June 11, 2015

June 11, 2015


İran Nükleer Müzakerelerinde Sona Yaklaşılırken Dikkat Çeken Detaylar
(Analysis: Iran Nuke Deal)

11 Haziran 2015

              ABD’nin, 2. Dünya Savaşını sona erdirmeyi amaçladığını açıklayarak, Japonya’ya iki atom bombası atmasının ardından 70 yıl geçti. 6 Ağustos 1945 günü, küçük çocuk (little boy) kod isimli uranyum tipi silah Hiroşima kentini, 3 gün sonra ise şişman adam (fat man) kod isimli plütonyum tipi silah Nagazaki kentini ölüm şehirlerine çevirmişti.
                Aradan geçen 70 seneye rağmen şu soruların cevapları ise halen bilinmiyor;
-          Savaşın sona ermesi için, çoğu sivil en az 130 bin Japon’un atom bombasıyla yaşamını kaybetmesi gerekli miydi? Yoksa savaş zaten son aşamasında mıydı?
-          Bitmek üzere olan savaş için küçük çocuk yeterli olur muydu? 3 gün sonra şişman adama gerek var mıydı?
-          Neden iki farklı tip atom bombası kullanıldı? Neden sadece uranyum ya da sadece plütonyum tipi atom bombaları kullanılmadı? İki tip bombanın da gerçek hayattaki etkisine yönelik korkunç bir test mi yapılmıştı?


                Dünyanın büyük bir kesiminde unutulmaya yüz tutmuş bu komplo teorilerinin Japon toplumunun hafızalarından birkaç asır daha silinmeyeceğini düşünüyorum. Sorumlu olduğu köprü inşaatında halat koptu diye intihar edebilecek kadar gururlu, bir o kadar duygusal ve naif Japon toplumunu 2010 yılında yakından tanıma fırsatı buldum. Yazının başında yer alan fotoğrafı da, Kyoto sokaklarında gezerken tek katlı bir evin dış cephesinde görüp çekmiştim. Üzerinde “war is over” (savaş sona erdi) yazılı çiçeklerle çevrili atom bombası resmi, yukarıdaki soruların, en azından o ev sahibinin hafızasından asla silinmeyeceğini gösteriyor.
                Şüphesiz 70 yılda çok şey değişti. Öncelikle SSCB, ABD’nin kontrolü dışında nükleer teknolojiye sahip oldu. Bu gelişmenin hemen ardından ABD’nin başlattığı “barış için atom” kampanyası ile o dönemin ABD müttefikleri sırayla bu teknolojiyi öğrenmeye başladılar. Sivil amaçlı kullanım için olduğu belirtilen o kampanya, bugün hem ABD’nin hem de tüm Dünya’nın en önemli sorunlarından bir tanesi haline gelmiş durumda. Sivil amaçlı kullanımı yaygınlaştırmak ya da SSCB’ye karşı gelmek… O dönem amaç neydi bilinmez ama ilginç olan şu ki; “barış için atom” kampanyasının ilk öğrencilerinin arasında İran da yer almaktaydı. 1979 yılına kadar devam eden bu işbirliği İran İslam Devrimi’nin sonrasında yerini kelimenin tam anlamıyla bir düşmanlığa bıraktı. Bu konunun tarihsel gelişiminin detayları için Sayın Erdal Bayar’ın ABD-İran Arasında Nükleer Bir Kriz: “Barış için Atom”dan “Savaş için Atom”aisimli kapsamlı çalışmasını okumanızı öneririm.


              The Wall Street Journal’ın haberleştirdiği yukarıdaki resme göre, Rusya’nın nükleer savaş başlığı sayısı ABD’yi geçmiş durumda. Özellikle son 35 yıla bakıldığında ise sınıfın haylaz çocuğu İran’ın nükleer merakının her geçen yıl arttığını görüyoruz. İran, bu merakının, savaş amaçlı olmadığını söylüyor.
                Bu aşamada konunun teknik detaylarına girmeksizin nükleer enerji teknolojisiyle nükleer bomba teknolojisinin birbirine yakınlığından bahsetmenin faydalı olacağını düşünüyorum. Çok kaba bir anlatımla, tüp şeklindeki santrifüjler sayesinde reaktörlerde kullanılacak yakıt çubukları için gerekli uranyum zenginliğine ulaşılıyor. Bu zenginlik değeri batı tipi reaktörler için %3 ile %5 arasında. Nükleer silah malzemesi için ise bu miktar yeterli değil ve zenginlik değerini, zenginleştirme işlemine devam ederek %90 üzerine çıkartmak teknik açıdan mümkün. Uranyum yüksek oranda zenginleştirilirse (uranium enrichment) nükleer silah haline dönüşebiliyor. Ancak bu, oldukça masraflı ve zaman alan bir durum ve bu zamana “breakout period ya da breaktrough” adı veriliyor. TMMOB Fizik Mühendisleri Odası (FMO)’nun 2011 yılında yayımladığı Nükleer Enerji Raporu kitapçığı özenle derlenmiş bilgileri içeriyor.[i]  Uzmanlara göre, "nükleer santral teknolojisi" ile "yakıt zenginleştirme/yeniden işleme (enrichment/reprocessing) teknolojisi" nükleer silah yapımı ile ilgili konularda birbirinden bağımsız ve farklı teknolojiler. Diğer bir deyişle, nükleer santral kurma kararı almış bir ülke enerji üretimi için gerekli olan nükleer yakıtı farklı ülkelerden satın almak suretiyle mevzu bahsi geçen tesislere sahip olmadan da tedarik edebilir. Bu noktada "reaktörde kullanılan yakıtın yeniden işlenmesi" (reprocessing) teknolojisinin nükleer silah yapılmasını kolaylaştırıcı olduğu ifade ediliyor. Yine raporda belirtildiğine göre, 1968’de imzalanan Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması (NPT); nükleer güce sahip sadece beş ülkeyi (ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Çin) meşru olarak tanıyarak bu durumu sonlandırmaya çalışmış. Ayrıca, nükleer güce sahip ülkeler nükleer silah stoklarını azaltmayı ve sivil nükleer teknoloji transferlerini serbest bırakmayı taahhüt etmişler. Türkiye de, NPT’ye imza atmış bir ülke olarak bir anlamda nükleer teknolojiyi barışçıl amaçlarla kullanacağını taahhüt etmiş. Ayrıca, nükleer malzemenin barışçıl amaçlarla kullanımı için Birleşmiş Milletler Tarafından 1956’da, Uluslararası Atom Enerji Ajansı (UAEA)  kurulmuş olup söz konusu kuruluşun halihazırda 152 üyesi bulunuyor.
                Japonya, Fransa, Çin ve Rusya'da yakıt zenginleştirme/yeniden işleme teknolojisi var. ABD'de ise bu teknoloji politik nedenlerle kullanılmıyor. Uranyum kaynaklarının azalması durumunda bu politikaları pek tabi değişebilir. İsrail ise NPT ye üye değil, santrali yok ama silaha sahip olduğu biliniyor. Bu silahları satın mı alıyor yoksa yerin altında kendileri mi yapıyor o kısmı bilinmiyor. Bununla birlikte unutulmamalıdır ki herhangi bir hükumet (ya da herhangi bir örgüt, grup, kişi) -her ne kadar uluslararası camianın tepkileri dolayısıyla pek kolay olmasa da- bu tesisler olmasa bile bomba yapım (ya da satın alma) kararı alabilir. Kuzey Kore belirsizliğinde olduğu gibi.
                Nükleer programını hızla geliştiren NPT üyesi İran’a karşı, başta ABD olmak üzere birçok batı ülkesi sert yaptırım kararları aldı. Birçok ülkede nükleer zenginleştirme teknolojisi varken dahası İsrail’in nükleer silahlarının varlığı ortadayken, İran'a karşı olan güvensizliğin ise ayrıca analiz edilmesi gerekliyor. İran’ın dini lideri Hamaney’in “nükleer, kimyasal ve biyolojik silahların kullanımının İslam’a aykırı olduğu” yönündeki fetvası, batılı ülkeler için pek bir anlam ifade etmedi. Öte yandan özellikle ABD’de, İslam hukuku detaylıca araştırılarak, “dini çıkarlar için Müslümanların yalan söylemesinin caiz olup olmadığı” bile tartışıldı. Bu süreçte ise İran’a yönelik yaptırımlar artarak devam etti. ABD Başkanı Obama’nın söylemiyle bu yaptırımlar İran’ın nükleer programını durdurmaya yeterli olmadı ancak onu pazarlık masasına oturtmayı başardı.
                Daha önce “barış için atom” diyen ABD, bu kez “barış için müzakere” diyor. Aslında müzakereler çok uzun zamandır devam ediyordu. Üstelik ABD-İran nükleer müzakerelerinin tarihçesine baktığımızda, Türkiye’nin de önemli bir rol aldığını görüyoruz. 2010 yılında Brezilya ve Türkiye’nin yürüttüğü arabuluculuk çalışmaları ile İran anlaşmaya yanaşmış ancak bir sonuç alınamamıştı. ABD Başkanı Obama'nın Brezilya Devlet Başkanı Lula’ya yazdığı ve ilk kez wikileaks belgeleriyle ortaya çıkan mektuba göre, Başkan Obama İran’dan uranyumunu Türkiye’nin himayesine vermesini istemişti. İran bunu olumlu bulmuş; ancak Obama bu gelişmeyi kendi ekibine kabul ettiremediğinden bir sonuç alınamamıştı. Mektubun detayları ve Türkiye’nin üstlendiği rol için, uzun yıllar CIA’in Ortadoğu analisti olan, 2. Irak müdahalesinden çok kısa bir zaman önce ABD’nin Ortadoğu politikalarına yönelik eleştirileri dolayısıyla o dönem ABD Başkanı Bush’un danışmanlığı görevinden istifa ederek kariyerine akademik bir yön veren ve derslerine büyük bir merakla katıldığım Flynt Leverett ve eşi Hillary Mann Leverett’in “Going to Tehran” isimli kitabını okumanızı tavsiye ederim.
                2010 yılında Brezilya ve Türkiye’nin arabuluculuğunu üstlendiği ABD-İran gayri resmi müzakerelerinden sonuç alınamayınca, daha kapsamlı bir ekip, İran ile resmi ve şeffaf yollarla masaya oturmak için kolları sıvadı. Birleşmiş Milletlerin 5 daimi üyesi olan ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin (P5) ile Almanya’dan oluşan ve özetle P5+1 şeklinde ifade edilen Dünya’nın 6 büyük gücü, AB’nin ev sahipliğinde İran ile görüşmelere başladı. İsviçre’nin Lozan şehrinde devam eden müzakerelerde 2 Nisan 2015 günü tarihi bir gündü. Çünkü İran’ın nükleer programının sınırlandırılması ve uluslararası boyutta izlenmesi hususlarına yönelik olarak ana konularda geçici bir eylem anlaşması (Joint Comprehensive Plan of Action) sonucuna varıldı. Üstelik, 24 Temmuz 1923 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika ve Yugoslavya temsilcileri arasındaki Lozan Barış Antlaşması’nın imzalandığı Beau-Rivage Sarayında... Burada henüz nihai anlaşmanın gerçekleşmemiş olduğunun altını çizmek istiyorum. Anlaşmanın detayları 3 aylık süreçte belirlenecek olup taraflar 30 Haziran gününe kadar bu detaylarda uzlaşı sağlayamazlarsa, 2 Nisan tarihli geçici anlaşmanın hiçbir anlamı olmayacak. 
                Gelelim geçici eylem anlaşmasının detaylarına:
                İran’ın taahhütleri;
-          İran, elindeki santrifüj sayısını 2/3 oranında (19.000’den 6.104’e) azaltacak. Bunların da 10 yıl boyunca sadece 5.060’ı zenginleştirme faaliyetinde bulunacak.
-          İran, 15 yıl boyunca elindeki uranyum stoklarını %3,67’den fazla zenginleştirmeyecek.
-          İran halihazırda elinde olan 10.000 kg düşük zenginleştirilmiş uranyumu azaltıp, 15 yıl boyunca sadece %3.67 zenginleştirilmiş olarak 300 kg uranyum bulunduracak.
-          İran 15 yıl boyunca yeni zenginleştirme tesisi kurmayacak.
-          İran’ın şu anda 2-3 ay olan, nükleer silah edinme süresi (breakout period) bir yıla uzatılacak. Bu süre en az 10 yıl boyunca geçerli olacak.
-          İran, Fordo tesisinde en az 15 yıl uranyum zenginleştirmeyecek. İran, Fordo’yu araştırma merkezi, fizik, teknoloji gibi barışçıl alanlarda çalışan bir tesise dönüştürecek.
-          İran, sadece Natanz’da uranyum zenginleştirme faaliyeti yürütecek. Natanz’daki 1.000 adet 2. nesil santrifüjleri sökecek ve bunları 10 yıl boyunca UAEA’nın gözetiminde tutacak.
-          UAEA’nın Natanz, Fordo dahil İran’ın tüm nükleer tesislerine düzenli erişimi olacak. İnceleme uzmanlarının, İran’ın nükleer programını destekleyen tedarik zincirlerine de erişimi olacak.
-          İran, nükleer silah yapımında kullanılabilecek plütonyum üreten Arak’taki ağır su reaktörünü sökecek. Böylece İran nükleer silah amaçlı plütonyum geliştiremeyecek. Arak tesisi de nükleer araştırma merkezi olarak yeniden inşa edilecek.
                Özetle, zenginleştirilmiş uranyum ile nükleer bomba yapımına yönelik önemli kısıtlayıcı ve denetleyici önlemler alınıyor. Bugünkü tahminlere göre İran, 2-3 aylık bir süre içerisinde stokundaki ham maddeyi nükleer bombaya çevirebiliyorken anlaşma ile bu süre 1 yıla çıkartılıyor. Diğer bir yol olan plütonyumun geliştirilmesi ise tamamen durduruluyor.
                Öte yandan, P5+1’in taahhütleri ise şöyle;
-          İran taahhütlerine uyarsa yaptırımlar yumuşatılacak. UAEA’nın gelişmeleri onaylamasının ardından ABD ve AB’nin nükleer program ilişkili yaptırımları askıya alınacak. İhlal olursa yaptırımlar anında yeniden devreye girecek. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden çıkan yaptırımlar da İran’ın anlaşma şartlarını yerine getirmesinin ardından kaldırılacak.
                Yukarıda özetlenen 2 Nisan 2015 tarihli geçici eylem anlaşması sonrasında ABD’de büyük oranda bir güvensizlik söz konusu oldu. Halkın ve siyasilerin büyük bir kesimi İran’ın kendilerini aldatacağını düşünüyor.
                İran cephesinde ise, özellikle bankacılık sektörüne yönelik yaptırımlardan büyük rahatsızlık duyuluyordu. Türkiye ile doğal gaz karşılığı altın ticareti gibi yollar denense bile, yaptırımlar İran’ın ekonomik gelişiminin önünde önemli bir engel olmaya devam ediyordu. Geçici eylem anlaşmasının hemen ardından Tahran sokakları halkın kutlamalarına sahne oldu. Öte yandan İran’lı liderlerin verdiği mesajlar halkın tepkisine göre oldukça temkinliydi.
                Yaptırımların ne kadar esnetileceği ve zamanlamasının ne olacağı en önemli belirsizlik. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin açıklamalarına göre 4 ay ile 1 yıl arasında bir süre daha yaptırımlar devam edecek. Sonra kademe kademe hafifletme başlayacak. Başkan Obama’nın deyimiyle yaptırımların bazılarında “rahatlama” öngörülüyor. Bu aşamada yaptırımların tamamen kalkması söz konusu değil. Obama, rahatlamanın İran’ın atacağı her bir adımla birlikte artacağından söz ediyor. Öte yandan ABD’nin İran’a yönelik iddia ettiği; terörü destekleme, insan hakları ihlali, balistik füze programı gibi sebeplerle yürütülen yaptırımlar ise tamamen devam edecek. İran tarafı ise acil bir şekilde “bütün yaptırımların” kaldırılmasını talep ediyor.
                Bir diğer önemli belirsizlik ise İran’ın nükleer tesisleri ve nükleer programa yönelik arz zinciri gözetimi. Burada tartışmalı konu, hangi alanların gözlem altında tutulacağı. ABD Başkanı Obama’ya göre en ufak bir şüphe durumunda her yerde gözetim yapılabileceği yönünde. Obama, bu yolla, İran’ın Dünya’da en fazla gözlem altında tutulan ülkesi olacağını belirtiyor. İran’dan gelen açıklamalara göre, askeri tesislerde gözetim yapılması mümkün değil.
                Anlaşmaya yönelik önemli engellerden bir tanesi de ABD Kongresi. Anlaşmanın Kongre’den onay alması şart. Başkan Obama, 2010 yılında yaşadığı tecrübeyi bir kez daha, bu sefer Kongre engeliyle yaşamak istemiyor. Görüşmeler devam ederken ABD Kongresinden 47 Cumhuriyetçi Senatörün İran liderine açık bir mektup yazarak anlaşmaya destek vermemesi yönünde uyarması; Obama’nın, Cumhuriyetçilerin daveti dolayısıyla Kongre’de konuşma yapan, anlaşmanın önündeki en önemli engellerden bir tanesi Netanyahu ile görüşmemesi gibi gelişmeler anlaşmanın çok da kolay olmayacağını işaret ediyor.
                Obama’ya göre “ya İran ile barışçıl bir anlaşmaya varılacaktı, ya İran’ın nükleer tesislerini bombalayarak İran’ın programı birkaç yıl ötelenecek ve Ortadoğuda yeni bir savaş başlatılacaktı (bu durumda İran’ın nükleer programa devam edeceğini belirtiyor), ya da yaptırımlar ağırlaştırılmaya çalışılacaktı (bu durumda içeride ne olduğunu bilemeyeceklerini ve bunun da ABD’yi askeri müdahaleye zorlayacağını belirtiyor).” Son olarak Obama, eğer Kongre onay vermezse ya da ileride bu anlaşmayı bozan taraf ABD olursa, uluslararası camianın, yaptırımlar konusunda ABD’ye güvenmeyeceğini ve yalnız bırakacağını dile getirerek Kongreyi açıkça tehdit ediyor. ABD’nin 600 milyar dolarlık savunma bütçesi karşısında, İran’ın 30 milyar dolarlık savunma bütçesini hatırlatarak İran’a da gönderme yapmaktan çekinmiyor. Bu sefer amacın Ortadoğu petrolleri olmadığını ise açık yüreklilikle şu sözlerle ifade ediyor: “at this point, the U.S.’s core interests in the region are not oil, are not territorial. ... Our core interests are that everybody is living in peace, that it is orderly, that our allies are not being attacked, that children are not having barrel bombs dropped on them, that massive displacements aren’t taking place. Our interests in this sense are really just making sure that the region is working. And if it’s working well, then we’ll do fine. And that’s going to be a big project, given what’s taken place, but I think this [Iran framework deal] is at least one place to start.”
                Uluslararası alanda ise geçici eylem anlaşmasına en sert şekilde karşı çıkan kişi İsrail Başbakanı Netanyahu oldu. İsrail görüşmeleri çok uzun zamandır yakından izliyordu. The Wall Street Journal’da haberleşen iddialara göre casusluk yoluyla toplantıları gözetleyecek kadar konuyla ilgilenmişti. Netanyahu’ya göre İsrail Hava Kuvvetleri İran’ın nükleer tesislerini kolaylıkla vurabilir ve öyle de yapılmalı. Netanyahu, anlaşmanın İran’ın nükleer silahlanmasını durdurmayacağını ve daha kötü sonuçlar doğuracağını iddia ediyor. Bu sebeple Obama demeçlerinde İsrail’in güvenliğine yönelik önemli taahhütlerde bulunuyor. Obama yukarıda yer alan ABD’ye yönelik mesajların İsrail için de geçerli olduğunu belirtiyor. Obama’ya göre “en verimli yol: anlaşma”. Öyle ki anlaşmayı “hayat boyu gelebilecek tek bir fırsat” (once-in-a-lifetime opportunity) olarak nitelendiriyor. Öte yandan ABD askeri analistlerine göre, İsrail’in reaktörleri sistem dışında bırakacak şekilde vurması da pek mümkün değil. En azından yer altındakiler için imkansız olduğu düşünülüyor. İran’ın yerin 200 feet altında bulunan Fordow tesisini uluslararası kamuoyundan 2009 yılına kadar saklamayı başarmış olması, başka tesislerin de olabileceği şüphesini beraberinde getiriyor.  
                Geçici eylem anlaşmasının ardından ABD Başkan Yardımcısı John Kerry Türkiye’ye de teşekkür etti. Bu teşekkürün 2010 yılına yönelik yapılan girişimler dolayısıyla olduğunu değerlendirmek mümkün.
                Geçici eylem anlaşması görüşmelerinde dikkat çeken bir başka husus ise masanın etrafında oturan üst düzey bürokrat ve siyasetçilerin konuya hakimiyetleri. P5+1 tarafının en önemli temsilcisi ABD Enerji Bakanı Dr. Ernie Moniz, MIT mezunu ve nükleer bilim üzerinde önemli çalışmaları bulunan birisi. İran tarafına baktığımızda, Atom Enerjisi Başkanı Dr. Ali Salehi’nin de aynı okulda doktorasını tamamlamış olduğunu görüyoruz. Görüşmeleri yürüten her iki tarafın da ekip üyeleri oldukça donanımlı. Özetle, masanın etrafında, nükleer silah edinme süresinin 2-3 aydan bir yıla nasıl uzatılacağını bilen kişiler vardı. Durum böyle olunca da içi boş diplomatik konuşmalar yerine çözüm umudu doğmuş durumda.
                Geçici eylem anlaşmasının sonrasında yaşanan gelişmelerin bir diğer dikkat çeken yönü ise sosyal medyanın etkin şekilde kullanımı oldu. 2 Nisan 2015 tarihinde, önce İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif attıkları twitter mesajlarında nükleer görüşmelerinde ana çerçeve üzerinde ulaşıldığını belirtti. Ruhani mesajında "Nükleer programda ana çerçeve üzerinde uzlaşıldı. Anlaşma metni yazımı hemen başlayacak" dedi. Zarif ise "Çözüm bulundu. Taslak üzerinde çalışmaya hazırız" diye yazdı. Ardından ABD Dışişleri Bakanı John Kerry de anlaşmaya varıldığına dair bir twitter mesajı attı.


İçinde bulunduğumuz bu 3 aylık süreçte de sosyal medya hem tarafların karşılıklı görüşmelerinde hem de kendi iç siyasetine yönelik mesajların verilmesinde etkin bir şekilde kullanıldı. İlk çatlak, geçici anlaşmanın yapıldığı gün yine twitter yoluyla duyurulmuştu. ABD tarafının, geçici eylem anlaşmasını kendi kamuoyuna duyururken şartları değiştirerek açıkladığını düşünen Zarif’e yanıtlar sosyal medyanın gücü sayesinde gecikmedi. Böylece, sosyal medya diplomasi alanında en etkin şekilde kullanılmaya başlanmış oldu. 


“Enerji” konusunda çalışma yapanların ortak özelliği, Dünya’da olup biten her gelişmeyi bir şekilde “enerji” ile ilişkilendirmektir. Böylesine önemli bir gelişmeyi “enerji” ile ilişkilendirmemek zaten mümkün değil. Akla gelebilecek ilk soru, 30 Haziran günü yapılacak olası bir anlaşmanın petrol fiyatlarına etkisinin nasıl olacağı. ABD Enerji Bakanlığının istatistik birimi olan Energy Information Administration (EIA)’ya göre anlaşma sonucunda İran’a uygulanan yaptırımların kaldırılması petrol fiyatlarını 5-15 dolar düşürebilir. Petrol fiyatlarında yaşanacak düşüşe rağmen İran neden bu anlaşmaya yanaşsın? Reuters’te yayımlanan analize göre yaptırımların kaldırılmasıyla oluşacak kazanımlar petrol fiyatlarındaki düşüş dolayısıyla oluşacak kayıplardan çok daha fazla.  
                Üstelik petrol fiyatları çok bilinmezli faktörden oluşan, sonucu ise hiç bilinmez bir denklem. Değerli bir hocamın söylediği gibi, “bir gün sonra petrol fiyatlarının ne olacağını biliyorsan, Dünya’nın en zengin insanı olabilirsin.” ABD Merkez Bankası’nın, kesin tarihi belli olmamakla birlikte, bu yıl içinde faiz artırımına başlayacağı bekleniyor. Bu durum, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler açısından önemli bir sorun olmakla birlikte, petrol fiyatlarını da büyük ölçüde etkilemesi muhtemel bir gelişme. Eskisi kadar önem arz etmese de OPEC’in üretim kotası kararı başka bir önemli faktör. Burada sıralamakla bitmeyecek kadar çok faktör düşünülünce, her zaman olduğu gibi petrol fiyatları için tahmin de bulunmak zor.
                Peki, anlaşmanın ülkemize yansıması nasıl olur? Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Türkiye’nin 2010 yılındaki çabalarından da bahsederek, İran'ın nükleer programı konusunda varılan anlaşmanın Türkiye tarafından olumlu karşılandığını belirtti. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ise İran'a yönelik ekonomik yaptırımların kalkmasını sağlayabilecek bu anlaşmanın, Türkiye'nin İran'la ihracatını artırmasına yardımcı olacağını ve küresel petrol fiyatlarını düşürebileceğini belirtti. Anlaşmanın uzun dönemli etkileri konusunda EPPEN Başkanı Dr. Volkan Özdemir; “ABD’nin O.Doğu'da 80 öncesine döndüğünü ve ortak değiştirdiğini” düşünüyor. Sayın Mehmet Öğütçü ise uzlaşmanın Türkiye’ye yansımalarını şöyle yorumluyor; “Türkiye’nin, özellikle de bölgesel denklemde aşağı yukarı aynı siklette yer alan İran’ın rol çalmasının önüne geçmek, kendi karşılaştırmalı üstünlüklerini hakim kılmak için ‘yeni bir hikaye’ye ihtiyacı var. Hem ekonomisinde, yatırım ve ticaret yaklaşımında, hem dış politika ve güvenlik alanında, hem enerji merkezi olma arzusunda... Ayrıca, İran’ı ‘rakip’ görmekten ziyade birlikte iş yapılabilecek ‘ortak’ olarak konumlandıracak ciddi bir stratejiye de ihtiyaç var. Enerjide İran, Türkiye’nin işbirliğine ihtiyaç duyacaktır. Petrol ve gazını Avrupa piyasalarına ulaştırmak için tek güvenilir, ekonomik güzergah Türkiye’dir. Pakistan-Hindistan güzergahı onyıllardır konuşulan ama bir türlü faaliyete geçemeyen bir projedir. Petrol üretiminin bir kısmını Ceyhan’dan uluslararası piyasalara ulaştırması için altyapı oluşturmak da zor bir iş değil.” Özetle, her zaman olduğu gibi Türkiye için hem risk hem de fırsat bir arada görülüyor.
                P5+1 ile İran’ın 30 Haziran tarihinde nihai anlaşmaya varması oldukça zor. İlerleyen dönemde anlaşmaya varılsa ve taraflar anlaşmaya yönelik kendi iç onaylarını verseler bile, şartların uzun süre devam ettirilebilmesi pek de kolay değil. Ülkemizin her duruma yönelik olarak yol haritalarının hazır olduğunu umut ediyorum. Peki, petrol fiyatları artar mı düşer mi? Parayı petrole mi yatırmak lazım dolara mı? Bunu soranlara verdiğim cevap hep şudur: “parayı kitaba yatır”.





[i] FMO kitapçığının hazırlanmasında emeği geçen ve yazının bu bölümüne de önemli katkılar sağlayan Sayın Muhammet Ayanoğlu’na teşekkür ediyorum. Nükleer konusunda, ABD Enerji Bakanı Dr. Ernie Moniz ve İran Atom Enerjisi Başkanı Dr. Ali Salehi gibi, MIT’de eğitim görmüş olan Sayın Ayanoğlu’nun da yurda dönüp, ülkemizi  temsil edeceği önemli görevler almasını temenni ederim.

4 comments :

  1. 30 Haziran tarihinde taraflar, görüşmelerin 7 Temmuz tarihine kadar uzatılmasına karar verdi.
    7 Temmuz itibariyle de görüşmelerde bir sonuç alınamadı.
    Yukarıdaki yazı hazırlanırken Brent petrol fiyatı 64 dolar/varil seviyesindeydi. Yaklaşık 1 ay sonra, bugün, 56 dolar/varil seviyesinde işlem görüyor. Yani 8 dolarlık (%8 lik) bir düşüş söz konusu.
    Geçen süreçte kamuoyunda anlaşmaya varılacağı yönünde beklenti yüksekti. Gelen haberler de hep bu yönde oldu.
    Anlaşılan öyle ki taraflar anlaşma için bütün şartları zorluyor.
    Öte yandan petrol fiyatları üzerindeki en belirgin baskı da İran nükleer görüşmeleri. Görüşmelerin anlaşma olmaksızın sona ermesi petrol fiyatlarında sıçramaya neden olabilir.

    ReplyDelete
  2. Birleşmiş Milletlerin 5 daimi üyesi + Almanya, İran ile 14 Temmuz 2015 tarihinde anlaşmaya vardı.
    Özellikle 30 Haziran sonrasında basına yansıyan haberler, nihai anlaşmanın sağlanacağı yönünde ağırlıklı bir kamuoyu algısını oluşturmuştu.
    2 Nisan tarihli geçici anlaşmadan, 14 Temmuz tarihli anlaşmaya kadar geçen süreçte, kazançlı olan tarafın İran olduğu görülüyor. İran’ın başarılı bir müzakere süreci yürüttüğü ortada.
    2 Nisan geçici anlaşmasından sonra problem olan konular;
    - Nükleer program ile ilişkili ekonomik yaptırımların ne zaman kaldırılacağı,
    - Diğer konulardan kaynaklanan (ABD’nin İran’a yönelik iddia ettiği; terörü destekleme, insan hakları ihlali gibi) yaptırımların kaldırılıp kaldırılmayacağı,
    - İran’ın nükleer tesisleri ve nükleer programa yönelik arz zinciri gözetiminin hangi kapsamda olacağı (burada tartışmalı konu, hangi alanların gözlem altında tutulacağıydı. ABD Başkanı Obama’ya göre en ufak bir şüphe durumunda her yerde gözetim yapılabilecekti. Obama, bu yolla, İran’ın Dünya’da en fazla gözlem altında tutulan ülkesi olacağını belirtiyordu. İran’dan gelen açıklamalara göre, askeri tesislerde gözetim yapılması mümkün değildi.)
    14 Temmuz itibariyle gelinen noktada;
    - Ekonomik yaptırımlar, Uluslararası Atom Enerji Ajansının onayıyla eş zamanlı olarak (simultaneously) kaldırılacak,
    - Öte yandan diğer konulardan kaynaklanan yaptırımlar ise bir süre daha devam edecek (Birleşmiş Milletlerin yaptırımlarının 5 yıl, ABD’nin yaptırımlarının ise 8 yıl daha devam edeceği belirtiliyor),
    - UAEA’nın İran nükleer tesislerine erişimi sağlanacak, diğer bölgelerde ise İran, gözetim için elinden geleni yapacak (burada kullanılan ifade ise; with best efforts).
    Son 1 ayda Brent petrol fiyatı 64 dolar/varil seviyesinden, 56 dolar/varil seviyesine düşmüştü. Yani 8 dolarlık (%8 lik) bir düşüş söz konusuydu. Hatırlarsanız, ABD Enerji Bakanlığının istatistik birimi olan Energy Information Administration (EIA) aylar önce yaptığı açıklamada “anlaşma sonucunda İran’a uygulanan yaptırımların kaldırılması petrol fiyatlarını 5-15 dolar düşürebilir” diyordu. Anlaşma beklentisi piyasalarda satın alındı mı? Yoksa petrol fiyatlarında yaşanan düşüş devam eder mi? İlk gün sonucunda Ağustos kontratlı Brent günü +0.41% artışla kapattı. Eğer anlaşma sağlanamamış olsaydı, fiyatlarda önemli bir sıçrama beklenebilirdi ancak ilk göstergelere göre anlaşmanın sağlanmasına yönelik beklenti daha önceden satın alınmış.
    Anlaşmaya yönelik önemli engellerden bir tanesi de ABD Kongresi. Anlaşmanın Kongre’den onay alması şart. Anlaşma, Kongreye sunulmasının ardından 60 gün içinde oylanacak. Başkan Obama, 2010 yılında yaşadığı tecrübeyi bir kez daha, bu sefer Kongre engeliyle yaşamak istemiyor. Konuyu takip edenler o dönemde Türkiye ve Brezilya’nın ara buluculuğunun nasıl sonuç vermediğini biliyorlardır. Kongre’de çoğunluk Cumhuriyetçilerde, ancak Obama olası bir olumsuz kararı veto edeceğini çok önceleri belirtti. Veto ihtimalini ortadan kaldırabilecek 2/3 oranına ulaşması için Kongre’de Demokratlarında Cumhuriyetçilere destek vermesi gerekecek. Bu oran pek kolay elde edilecek gibi görülmüyor. İran müzakerelerinde anlaşmaya varılması için taraflar çok gayret gösterdi. Şimdi uluslararası camiada sorun yaratan taraf olmayı kimse istemeyecektir. Öte yandan Kongre'nin üzerinde çok ciddi bir Amerikan kamuoyu baskısı var. Son açıklanan ankete göre Amerikan halkının büyük bir kesimi İran’a güvenmiyor ve bu yönde bir anlaşmadan uzak durulması gerektiğini düşünüyor. Yaklaşan seçim de değerlendirilince Kongre’yi zor günler bekliyor. Üstüne bir de İsrail'in tutumu ortalığı iyice karıştırıyor.
    Ülkemiz açısından, petrol fiyatları dışında orta ve uzun vadede de önemli etkileri olacak bu konudaki gelişmeleri merakla takip ediyoruz.

    ReplyDelete
  3. İran’ın son yıllardaki diplomasi başarısını özetleyen en güzel cümle değerli bir dostumdan geldi: Rusya ve Çin’i incitmeden ABD ile yakınlaşabilmek…

    Tabi bu başarı görüntüsü uzun vadede ne getirecek henüz net değil. Bazı ilginç komplo teorileri de mevcut. İran, olası bir anlaşmaya aykırı davranış durumunda daha sert yaptırımlara (askeri müdahale dahil) açık hale gelmiş durumda.

    Konuyu takip edenler için bir de ilginç karşılaştırma: Kuzey Kore-İran: https://amp.twimg.com/v/7dbde150-6652-4f14-877e-3793fbe3f0bb

    ReplyDelete
  4. İran petrol ve doğal gaz rezerv/üretim/tüketim grafikleri için:
    http://enerjiuzmani.blogspot.com/2015/07/july-15-2015-what-means-irans-return-to.html?showComment=1437410059274#c730516322668590641

    ReplyDelete